Haber

Yargının Kar Dağıtma Konusunda Şirket Yönetimine Müdahalesinin Ekonomik Değerlendirmesi – Nazım Can Işıktaç

Sayın Prof. Dr. Sami KARAHAN’ın “Kar Dağıtımına İlişkin Genel Kurul Kararını İptal Eden Mahkeme, Kârın Dağıtılmasına Karar Verebilir Mi?”[2] başlıklı yazısını okuduktan sonra, şirketlerin kurumsal yönetim (Corporate Governance) yapısı ve genel anlamda şirketlerin yönetimi ile bunlara mahkemelerin ne derecede müdahale edebileceği ve bu sürecin ekonomik analizi üzerine bu kısa yazıyı hazırlamayı gerekli gördüm.

Sayın Karahan, yazısının sonuç kısmında aynen: “Kâr dağıtımına karar verme yetkisi münhasıran kendi uhdesinde bulunan genel kurulun bu yetkisini kötüye kullanması ve imkân olmasına rağmen keyfi şekilde davranarak hiç kâr dağıtmaması veya cüz’i miktarda kâr dağıtması halinde, mahkemenin buna müdahale edip edemeyeceği ve genel kurulun yerine geçerek dağıtması gereken kâr miktarını belirleyip belirleyemeyeceği hususunda isabetli ve adil olan çözüm mahkemenin yetkisini kabul etmektir” demektedir. Sayın Karahan’ın görüşü Türk hukuk mantığına uygun ve fevkalade tutarlı olmakla birlikte vardığı sonuç hukuk politikası bakımından eleştirilebilecek niteliktedir.
Kar Dağıtmamanın veya Az Kar Dağıtmanın Yetkiyi Kötüye Kullanma Sayılıp Sayılamaması
Öncelikle bu noktada yazıda belirtildiği üzere kar dağıtma yetkisinin münhasıran Genel Kurulun uhdesinde olduğunun üzerini çizerek başlamak gerekir. Bunun anlamı kar dağıtmanın veya dağıtmamanın Genel Kurula, hem de Türk Ticaret Kanunu’nun 408.maddesi ile devredilemez şekilde, verilmiş bir yetki olmasıdır. Bu yetkinin (ya da herhangi bir yetkinin) kullanılma şekli kendi başına yetkinin kötüye kullanılması teşkil etmez.
Mahkemenin müdahalesine imkan sağlayan görüş yatırımcıyı korumak ve hisse yatırımından kar payı beklentisi içerisinde olan yatırımcının bu beklentisini karşılamak ve kar payı dağıtılmasına ilişkin karara etki edebilecek oranda hisseye sahip olmayan, bu bakımdan azınlık durumunda kalan yatırımcının korunmasıdır. Kuşkusuz ki Yatırımcının Korunması hukuk politikası bakımından kesinlikle istenen bir yapıdır. Ancak önerilen yapı ile yani mahkemenin müdahalesini hukuken kabul etmek ile gerçekten yatırımcının korunup korunmadığının makro ölçekte değerlendirilmesi gerekir.
Karın Dağıtılmaması Her Durumda Yatırımcıyı Zarar Uğratmaz
Kar dağıtılmaması, karın şirketin öz kaynağına ilave edilmesi anlamına gelmektedir. Kar dağıtımına ilişkin karar alınırken yatırımcının sübjektif durumu değil daha fazla sayıda kişiyi etkileyecek olan ya da başka bir deyişle daha kümülatif bir menfaat olan şirketin zenginliğinin artırılması hedeflenmelidir.
Kar dağıtmama kararı ile çoğunluğun kötü niyetli olarak azınlığa zarar vermeyi temenni etmiş olması pek olası gözükmemektedir. Zira kar dağıtılmadığı takdirde çoğunlukta kalanlar azınlıktakilere kıyasla daha büyük bir fedakarlık yapmaktadırlar. Kaldı ki, şirket kasasında duran para yatırıma dönüştürülüp daha fazla değer olarak azınlık ya da çoğunluk olsun tüm hissedara dönme potansiyeline sahiptir. Şirket varlıklarının ne şekilde yatırıma dönüştürüleceği ve yatırımın iyi bir yatırım olup olmadığının ya da herhangi bir yatırım yapılıp yapılmayacağının değerlendirilmesi ise hukuki olmaktan çok ekonomik ve yönetsel bir karar olarak düşünülmelidir.
Şirketin menfaatini, şirkette daha çok payı olan kişilerin daha özenle koruyacakları hususu ekonomik mantık ile örtüşmektedir. Buna aykırı bir durum olduğunun iddia edilmesi halinde bunun daha somut olarak ispat edilmesi gerekmektedir.
Mahkemenin Şirket Yönetimine Müdahalesi
Prensip olarak şirket yönetimi, şirketin sorumluluğunu taşıyan şirketin yöneticilere ait olmalıdır. Şirket yönetimini mahkemelere bırakmak iki yönüyle yanlıştır.
Birincisi, mahkemelerin şirket yönetimine müdahaleye ilişkin verdikleri kararlarda herhangi bir sorumlulukları bulunmamaktadır. Zaten uygulamada mahkemeler konuyu bilirkişiye sevk etmekte ve tek bilirkişinin ya da bilirkişi heyetinin konuyla ilgili takdirine göre karar vermektedirler. Dosya kendisine sevk edilen bilirkişilerin söz konusu şirketi ve/veya şirketin faaliyet gösterdiği sektörü bilen ve tanıyan, şirketin devamından doğrudan menfaat (ücret, kar payı, prim, duygusal yarar v.s.) elde edecek olan mevcut yöneticilerden daha iyi karar vereceklerini beklemek çok akılcı gelmemektedir.
İkinci yönü ise müdahale yaklaşımının yatırımcı üzerindeki etkisidir. Her zaman akılda tutulması gereken, bir şirkete yatırım yapan yatırımcının bunu gönüllülük esasına göre yaptığıdır. Bir insan doğduğu yeri, zamanı, ana dilini seçme şansına sahip değildir. Ancak aynı insan yatırım yapacağı şirketi ve ne kadar yatırım yapacağını bu yatırımından ne zaman çıkacağını bizzat kendisi seçebilecektir. Bu bakımdan şirket yönetimine ilişkin demokrasi ile bir ülkenin yönetimindeki demokrasiyi bir birinden ayırmak gerekecektir. Şirketteki azınlıkları, kimlik nedeniyle bir ülkede azınlık olan kişiler gibi korumak ekonomik gerçekler ile bağdaşmamaktadır.
Yatırımcı, yatırım yapacağı şirketin yapısına, yöneticilerine ve iş yaptığı sektöre göre karar vermelidir. Buna mahkeme müdahale ettiğinde yatırımcının rasyonel kararına karşı rastgele bir durum yaratılmaktadır. Şöyle ki, şirketin yönetimsel kararını şirket yöneticisinin alması beklenirken bir ticaret mahkemesinin atadığı, kim olduğunu/olacağını önceden bilmek mümkün olmayan “bilirkişinin” görüşü doğrultusunda oluşan mahkeme kararı ile şirketin idare edilmeye çalışılması doğru bir yaklaşım değildir.
Mahkeme Müdahalesi Olmaksızın Yatırımcının Korunması
Genel düzenlemeler veya herkesi bağlayacak mahkeme yorumları ile yatırımcının korunmaya çalışılması her durumda istenen etkiyi yapmayabilir. Bunu somutlaştırmak gerekirse; bir sokakta hız yapılmasını engellemek için sokak üzerine kasis inşa edildiğinde o sokakta hız yapacak olan küçük bir kesim engellenmiş olur ve bu bakımdan istenen sonuç etkili biçimde alınır. Ancak aynı davranış ile zaten hız yapmayacak olan çoğunluk da hız kesmek ve aracını fazladan eskitmek zorunda bırakılmış olacaktır. Burada menfaat analizini dikkatli yapmak gerekir.
Yatımcının doğru ve verimli şekilde korunması konusunda her bir şirketin kendi kurumsal yönetim ilkelerini oluşturması daha etkili bir yöntemdir. Özellikle ABD’de sıkça görülen bir model olan; şirket yöneticilerinin ücretlerinin, şirketin hisse değeri veya karlılığına bağlı olarak ödenmesi ya da doğrudan hisse olarak ödenmesi etkili bir yöntem olarak düşünülmelidir. Yatırımcılar bu yapıyı benimsemiş şirketleri yatırım olarak tercih etmelidir. Kapalı şirketler bakımından ise pay oranına bakılmaksızın yatırımcı, sözleşmesel ilişkiler kurarak kendi pozisyonunu en baştan sağlama almalıdır. Bunun için hisseleri belli durumlarda şirkete önceden belirlenen fiyatla satma hakkını elde tutmak etkili bir yöntem olarak düşünülebilir.
Mahkemelerin şirketlere hiç müdahale etmemesini önermek de akılcı bir yaklaşım olmayacaktır. Yatırımcının aldatılması engellenmeli ancak bunun dışında mahkemeler şirket yönetiminden uzak durmalıdır.
Yatırımcı Sübjektif Beklentisine Uygun Yatırım Yapmalıdır
Unutulmamalıdır ki her yatırımcı hisse yatırımından “Kar Payı” beklentisi içerisinde olmayabilir. Bazen dağıtılmayan kar ve bu karın hisse ederine etkisi yatırımcı bakımından çok daha yarar sağlayıcı olacaktır. Bunun değerlendirmesini de mahkeme değil, bizzat hisse ederini takdir eden piyasa yapmalıdır.
Eğer yatırımcı hisse senedine ilişkin olarak “Kar Payı” beklentisi içerisindeyse yatırımını buna göre yapmalıdır. Burada yatırımcının tercihi rüçhanlı hisse senedi (preffered stock) olmalı veya yatırım, kar payı dağıtma taahhüdü alınması ile -örneğin ortaklar anlaşması akabinde- yapılmalıdır. Aksi takdirde “zaten sonradan mahkeme kararı ile kar payı alırım” şeklinde bir düşünce ekonomik mantık ile bağdaşmamaktadır. Zira mahkeme süresince ortaklar arasındaki ihtilafın yarattığı gerilimden, mahkeme ve avukat masraflarına kadar birçok husus aslında şirkete, yatırımcıya, çalışanlar dahil şirket alacaklılarına zarar vermektedir.
Yatırımcı, yatarım kararını ve yatırım yaptığı şirketin tabi olduğu hukuku seçme imkanına sahiptir. Hisse pazarı Türkiye’deki oldukça sığ olan sermaye piyasaları ile sınırlı olarak düşünülmemelidir. Hisse yatırımının tüm dünyada yapılabileceği akılda tutulmalı ve yatırımcı beklentilerini temin etmek adına daha küresel bir perspektife sahip olmalıdır.
Yatırımcıyı Koruyan Hukuki Yapı Nasıl Olmalıdır
Yatırımcıyı korumak için hukuk politikası oluşturulurken şirketleri de korumayı tamamen unutmamak gerekir. Şirketlere yüklenen gereksiz maliyetler şirketlerin karlılığına ve dolayısıyla yatırımcılara zarar vermektedir. Şirketlerin yapısı şeffaf tutulmalı, hukuk politikası bunu sağlamaya yönelik olmalıdır.
Yatırımcıyı koruyan veya koruyacak şey tek başına hukuk değildir. Yatırımcıyı koruyan asıl yapı geniş ürün gamı sunan ve yeterli çeşitlilik sağlayan bir piyasada alınmış akılcı ve yatırımcının beklentileri dikkate alınarak verilmiş kararlardır. Küresel piyasa bu yapıyı temin etme konusunda Türkiye pazarından daha etkindir.
Yatırımcının tercih hakkı vardır ve teorik olarak yatırımcı bu tercih hakkını kendi yatırım ihtiyacına uygun ve rasyonel olarak kullanmaktadır. Yatırımcı, kararını verirken yatırım yaptığı şirketin mevcut yönetimini, mevcut hukuki yapısını kabul etmektedir. Yatırımcının yatırımını azınlık olmayı bu bakımdan kar payı dağıtılması konusundaki kararda etkili olamayacağı kabulü ile yaptığını değerlendirmek gerekir.
Yatırımcıyı asıl koruyan Sayın Karahan’ın bahsettiği üzere kar dağıtılmadığı için şirketin feshini isteme hakkı değildir, yatırımcının yatırım yapacağı yapıyı seçme hakkıdır. Şirketler bu rekabetçi ortamda yatırımcıları çekebilmek için iyi kurumsal yönetim standartları geliştirmeyi tercih edeceklerdir.
Kurumsal Yönetim İlkeleri Bakımından Değerlendirme
Kurumsal Yönetim ilkeleri şirket yönetimi ile hissedarlar arasındaki yönetimsel ilişkiyi düzenler. Bu kuralların halka açık ve kapalı şirketler bakımından bazı farkları olmakla birlikte bazı genel prensipler her iki tip şirket için de kabul edilmektedir. Bu yapı içerisinde hissedarların şirketin sahibi olarak görüldüğü hukuki düzen giderek terk edilmektedir. Hissedarlar artık sadece yatırımcı olarak görülmektedir.
Hissedarların şirket yönetiminde söz sahibi olmaları kaçınılmazdır. Ancak şirketi yalnızca hissedarların yönetmesini beklemek de gerçekçi değildir. Şirketin yönetimini yönetim kurulu ve profesyonel yöneticiler yapacaktır. Hissedarların şirket yönetimine katılması ise ancak prensipte Yönetim Kurulu Üyelerinin seçiminden ibaret olacaktır.
Bu yapıya mahkemeleri dahil etmek yatırımcıların Türkiye hukukuna tabi şirketlere yatırım yapmamalarına sebep olabilir. Mahkeme müdahalesinin yarattığı rastgelelik, şirketin mevcut durumunu kendine uygun bulan ve bu nedenle şirkete yatırım yapan yatırımcı bakımından cazip bir yapı değildir. Zaten bu nedenledir ki, sermaye piyasalarının en gelişkin olduğu ekonomi olan ABD’de şirket yönetimine mahkemelerin müdahalesi “business judgment rule” denen kural ile oldukça geniş kapsamlı olarak engellenmektedir.
Sonuç
Şirket yönetimine, karar alma süreçleri ile ilgili mahkemelerin müdahalesi ekonomik anlamda iyi bir yöntem değildir. Mahkemenin şirket yönetimine müdahalesi ancak şirket yönetiminin mevcut ve geçmiş hissedarları ya da potansiyel yatırımcıları kandırmaları, aldatmaları veya şirket değerlerini kendi şahsi çıkarları için kullanmaları halleri ile sınırlı tutulmalıdır. Bunun ötesinde her zaman mahkeme müdahalesi tehlikesi taşıyan bir şirketler hukuku gerek doğrudan Türkiye’ye yatırım yapacak olanlar gerekse sadece hisseye yatırım yapacak olan yatırımcılar bakımından istenmeyen bir ortam yaratacaktır.


[1]  Nazım Can IŞIKTAÇ, LLM – Işıktaç Hukuk Bürosu’nda Avukat, can@isiktac.av.tr
[2]  Prof. Dr. Sami Karahan, Kar Dağıtımına İlişkin Genel Kurul Kararını İptal Eden Mahkeme, Karın Dağıtılmasına Karar Verebilir mi?, Regesta, Cilt: 3 Sayı: 1, Yıl: 2013, s. 19-32, https://www.ticaretkanunu.net/wp-content/uploads/2013/07/Karahan-REGESTA-2013-1-GK-kar-pay%C4%B1.pdf

Alakalı Yazılar

1 thought on “Yargının Kar Dağıtma Konusunda Şirket Yönetimine Müdahalesinin Ekonomik Değerlendirmesi – Nazım Can Işıktaç”

  1. YORUM
    Makalede yer alan bir takım görüşlere katılmamaktayım. Bu nedenle fikirlerimi paylaşmak ve konuyu meslektaşlarımla tartışmak istedim.
    Öncelikle makalede kar dağıtımının münhasıran genel kurulun yetkisinde olduğu, yetkinin kullanılma şeklinin kendi başına yetkinin kötüye kullanılması teşkil etmeyeceği ifade edilmiştir. Şirket yöneticileri, şirketi idare etme yetkisine sahip olmakla birlikte, şirketi ve ortaklarını zarara uğratacak şekilde tasarrufta bulunma hak ve yetkisine sahip değillerdir. Sn. Sami Karahan tarafından kaleme alınan makalede geçen limited şirkete ilişkin Yargıtay kararında da ortaklar kurulunun bilançoya göre ortaya çıkan kazancı dağıtmaktan keyfi bir şekilde kaçınamayacağı ifade edilmiştir. Anlaşıldığı gibi yetkinin kullanım şeklinin ortakları zarara uğratacak nitelikte olması halinde, yetkinin kötüye kullanıldığından bahsetmek mümkün olacaktır.
    Ayrıca esas olarak şirketin zenginleşmesinin hedef tutulması gerektiği belirtilmiştir. Ancak ticari şirketlerin kuruluş amacı kar elde etmek ve elde edilen karı (bir takım yasal kesintiler gerçekleştirildikten sonra) dağıtmaktır. Yatırımcının şirkete ortak olmadaki temel gayesi de kar elde etmektir. Bu nedenle kar payı ortağın müktesep haklarındadır. Şirketin kuruluş amacı kar elde edip ortakları ile paylaşmak iken konuyu sırf şirketin zenginleşmesine özgülemek hatalıdır. Bu halde gerçek manada zenginleşen, yine karar alma gücünü elinde bulundurarak şirketten maksimum oranda faydalanan çoğunluk pay sahibi yönetim kurulu üyeleri olacaktır.
    Makalede yer alan yönetimin profesyonellere bırakılması önerisi uygun gibi görünse de, şirketlerin çoğunluk hissedarlarının yönetimden uzaklaşmak istememesi ya da seçilen profesyonellerin yine çoğunluk tarafından yönetime getirilmesi sebebiyle, çoğunluk pay sahiplerini temel alan kararlar alınacağı öngörülebilen ve hatta bilinen bir vakıadır.
    Kar dağıtılmadığı takdirde çoğunluğun azınlıktakilere kıyasla daha büyük bir fedakârlık yaptığı bu nedenle kötü niyetli addedilemeyecekleri görüşü de kanaatimce ticari gerçeklerden uzaktır. Nitekim bu konuda Sayın Karahan tarafından kaleme alınan makalede somut bir örnek verilmiş, karar alma gücünü elinde bulunduran çoğunluğun şirketten huzur hakkı, ikramiye, prim gibi çeşitli yollarla belki de alacağı kar payından dahi daha yüksek oranda gelir sağlarken, kar payı dağıtılmaması yönündeki kararda çoğunluğun pek de fedakârlık göstermediği, aksine şirketten gelir elde edemeyen, üstelik de çoğu zaman sermaye artışına katılmak zorunda bırakılan azlık pay sahiplerini pasifize ederek haklarını genişletmeye çalıştığı söylenebilecektir. Ki ne yazık ki çoğunluk pay sahiplerinin her zaman şirket lehine karar aldığını söylemek de mümkün değildir. Çoğunluk pay sahiplerinin şirket menfaatlerinden ziyade şahsi menfaatlerini gözetmesi yüzünden pek çok şirketin içinin tamamen boşaltılarak iflasa sürüklendiği de sıkça gözlenmektedir. Dolayısıyla şirketin yedek akçelerinde biriken kar payının şirket lehine kullanılıp kullanılmayacağı da şüphelidir.
    Ayrıca makalede mahkemelerin verdikleri karardan dolayı sorumsuz oldukları, bu durumun da uygulamada sıkıntılara yol açacağı ifade edilmiştir. Mahkemelerin verdikleri kararlardan ötürü sorumsuz oldukları ve hatalı kararların kimi zaman tarafları mağdur edebileceği gerçektir. Ancak bu risk tüm davalar bakımından söz konusudur, üstelik kişinin hak ve özgürlüğünü kısıtlayan hapis cezası kararlarına göre etkisi çok daha düşüktür. Ticaret hukuku bakımından ise mahkeme şirketin feshine dahi karar verebiliyorken bunu tartışmak kanaatimce gereksizdir. Ayrıca kar payı dağıtımına ilişkin değerlendirme yapacak bilirkişiler ve hâkim, şirketin mevcut karı dağıtmaması için önemli ve somut bir gerekçenin mevcudiyeti halinde zaten kar payı dağıtılması yönünde karar vermeyecektir. Böyle bir durumun bulunmaması halinde ise ortağın müktesep hakkı olan kar payını alması elzemdir. Bu endişe haklı nedenle fesih davası açılması halinde mahkemenin şirketin feshi yerine kar dağıtımı kararı verilmesi ihtimalinde duyulmuyorsa, doğrudan kar payı alacağının istenmesi halinde duyulması yersiz ve anlamsızdır.
    Sn. Sami Karahan’ın makalesine karşı ileri sürülen yatırımcının seçme özgürlüğü bulunduğu savı da ilk bakışta doğru görünmekle birlikte realiteden uzaktır. Zira şirketin hissedarları çoğunluk hissesinin devri nedeniyle değişkenlik göstermektedir. Büyük bir şirketin örneğin %5’lik pay sahibi daha önce çoğunluk pay sahibi olan kimse/kimseler yönetimde iken şirketten menfaat sağlayabiliyorken, hisse devri sonrasında tamamen dışlanarak şirketten menfaat sağlayamaz hale gelebilir. %5’lik bir hissenin şirkette karar alma gücünden yoksun olması nedeniyle de satılması neredeyse imkansızdır. Yine çoğunluk pay sahipleri de bu hisse karar alma gücünü etkilemediğinden ortağın hissesini devralmak yerine pasif ortak olarak tutmayı yeğleyebilir.
    Makalede önerilen ABD’deki sistem de azınlık pay sahiplerini korumamaktadır. Yöneticiler çok büyük olasılıkla çoğunluk pay sahibi olacağından, elde edilen kara göre yönetim kurulu üyelerine kar payı verilmesi ya da hisse devri gerçekleştirilmesi yine çoğunluk pay sahiplerinin menfaatinedir. Her ne kadar azınlık pay sahibinin bir devletin azınlık kökenli vatandaşları gibi korunamayacağı belirtilmişse de bu pay sahiplerinin korunması şirketler hukukunun temelini teşkil etmektedir. Nitekim kanun koyucular azınlığın haklarını korumak gayesiyle detaylı düzenlemler getirmiştir.
    Yine her yatırımcının kar payı beklentisi olmadığı söylenmiştir. Kar payı beklentisi olmayan yatırımcı zaten kar payının dağıtılması yönünde dava açmayacaktır. Şirketin mevcut kar payını sermayeye eklemek ihtiyacı olduğu düşünülüyorsa burada yapılacak şey şirketin elde ettiği karı dağıttıktan sonra sermaye artışına giderek, yatırımcıya sermaye artışına katılıp katılmamak konusunda tercih hakkı sağlamaktır. İşte o zaman yatırımcıya gerçek manada özgürlük tanınmış olacaktır. Yatırımcı böylece daha evvel menfaatine uygun bir şekilde yatırım yaptığı, ancak değişen durumlar neticesinde artık menfaat elde edemediği, şirketteki satamadığı hisselerini bu yolla azaltarak tamamen ortaklıktan ayrılabilecektir.
    Son olarak makalenin sadece yabancı yatırımcıyı korumayı gözettiği kanaatindeyim. Yabancı yatırımcılar baz alınarak çoğu zaman azınlık konumunda olan Türk yatırımcıların tamamen pasifize edilmesi uzun vadede ülkemizdeki tüm ekonomik kaynakların yabancı sermaye tarafından kullanılmasına yol açacak ve kendi vatandaşlarımızı mağdur edecektir. Bu konu da ekonomik ve sosyolojik olarak ayrıca incelenmelidir.
    Yorum sahibi: İrem Akın – 1 Ağustos 2013
    ………………………
    CEVAP
    Sayın İrem Akın,
    Şirketin amacının kar elde etmek olduğu konusunda hem fikiriz (aslında bununla ilgili de biraz daha değişik duruş sergileyen yapılar mevcut örneğin: http://www.consciouscapitalism.org/). Ancak elde edilen karın ille de dağıtılması gerektiği konusunda benim bazı şüphelerim var. Bir şirket, yönetimini bir takım hissedarlara ve/veya profesyonel yöneticilere devrediyorsa, şirket yönetimini artık tüm hissedarlar adına bu kişilerin yapacağını kabul etmek gerekecektir. Yetki birinde sorumluluk başka birinde olan yapılar pek sağlıklı olmayacaktır.
    Bir konuda sanırım kendimi iyi ifade edememişim, müsaadeniz ile burada bu konuyu genişleteyim. İdareciler kendi menfaatleri için kasıt ya da özensizlikleri ile hissedarlara zarar verirlerse bunu tazmin etmeleri gerekecektir. Bunun çok sınırlı olarak değerlendirilmesi gerektiği ve çok absürt olmadıkça idarecilerin kararlarına karışılmaması gerektiğini düşünmekle birlikte idarecilerin bazı durumlarda şahsen sorumlu olabilecekleri konusunda en ufak şüphem yok. İdarecilerin sorumluluğuna gidilebilecek başlıca haller hissedarları yanıltıcı beyanda bulunulması ve idarecinin şirket adına yaptığı işlemden şahsi menfaat sağlaması halleridir. İdarecinin sorumluğu değerlendirilirken şunu unutmamak gerekir; idarecinin asıl sorumluluğu hissedarlardan ayrı bir kişiliği olan “şirkete” karşıdır. Hissedarlara karşı olan sorumluluk dolaylı niteliktedir. Eğer idarecinin hissedarlara karşı doğrudan bir sorumluluğu olduğu şeklinde bir görüş ileriye atılırsa bu sadece çoğunluk hissedarının menfaatine olan bir düzen oluşturacaktır.
    “Ortakları zarar uğratmak” değerlendirmesine daha geniş bakmak gerekir. Şirket hisseleri şirketin kendisi ve diğer ortaklar başta olmak üzere satılabilir niteliktedir. Dağıtılmayan kar şirket içerisinde tutulduğundan ve teoride bu meblağ şirkete değer kattığından hissedarın aktifinde de artışa yol açabilecektir. Hissedarın aktifindeki bu artış dağıtılabilecek en fazla kardan yüksek olabileceği gibi, tam tersi kar dağıtılmaması hisse değerini düşürücü nitelikte de olabilir. Her halükarda bu yönetimsel bir karardır. Şirket nasıl ki bir yatırım kararı aldığında ya da bir finansman sözleşmesi imzaladığında bunun kararını idareciler veriyorsa kar dağıtma(ma) kararını da idareciler vermelidir, zira doğası gereği bunlardan pek de farklı bir karar değildir.
    Bu konuyla ilgili eleştirilebilecek nokta ise özellikle kapalı şirketlerde hissenin gerçekten satılabilir nitelikle olup olmadığı ya da adil bir fiyatlamaya konu olup olamayacağıdır. Özellikle şirketin kendi hisselerini ya da diğer ortakların satan ortağın hisselerini aldıkları durumlarda birçok ihtilaf doğabilmektedir. Ancak bu ayrı bir konudur.
    Kar payının müktesep hak olması, şirketin zenginleşmesinden sadece çoğunluk pay sahibi yönetim kurulu üyeleri olacağı şeklindeki eleştirilere katılmıyorum. Öncelikle şirketin dağıtmadığı karın “üzerinde oturmayacağını” bu miktarı en kötü ihtimalle finansal yatırım araçları ile yatırıma dönüştüreceğini düşünüyorum. Bunula birlikte kar payının müktesep hak olarak görülmesi ifadesini biraz yanıltıcı bulduğumu belirmeliyim. İşbu konuyu ilgilendirdiği kadarıyla kar payı ancak kar payı dağıtılmasına karar verilmesi ile şirketten talep edilebilecek hale gelecektir. Bu da normal bir alacak hakkıdır. İkinci konuya ise kısaca verebileceğim cevap şirket zenginleştiğinde tüm hissedarların hisseleri oranında zenginleşecekleri şeklindedir. Bundan çoğunluk daha çok faydalanacaktır, zira ellerinde daha fazla hisseleri vardır.
    Çoğunluğun şirketten kar payı dışı gelirler elde ederek şirketin diğer hissedarlarını zarara uğrattıkları şeklinde eleştiriye ise tamamen katılıyorum. Halka açık şirketlerde bu olgu sermaye piyasaları kuralları ile belli oranda çözülmüştür. Yatırımcı, yatırım yapacağı şirketi seçerken örneğin şirket CEO’sunun alacağı ücreti, bu ücretin ileriki yıllardaki seyrine ilişkin şirketin beyanları, bu ücretin nakden mi yoksa hisse olarak mı ödeneceği gibi konuları dikkate almaktadır.
    Kapalı şirketlerde ise Sayın Karahan’ın tespiti sizin de belirttiğiniz üzere yerindedir. Benim katılamadığım nokta zaten bu tespite ilişkin değil Sayın Karahan’ın mahkemenin kar dağıtma kararı vermesi şeklinde önerdiği çözüme ilişkindir. Burada mahkemenin müdahalesi ve kararı makul düzeyin üzerinde ücret alan şirket çoğunluk hissedarlarının ya da onların “adamlarının” makulü aşan ücretlerinin şirkete iadesine hükmetmek şeklinde olmalıdır. Zira kar dağıtılmasına hükmeden mahkeme makulün üzerinde ücret alan yöneticilere ilişkin soruna çözüm sağlamamakta tam tersine çerçeveye şirket kasasını boşaltan bir aktör daha eklemektedir. Bu noktada şunu da değerlendirmek gerekir ki şirketler sadece hissedarlardan ve yöneticilerden ibaret değildir. Bu şirketin çalışanlarının ve diğer alacaklarının da bir şekilde düşünülmesi gerekmektedir.
    Yabancı yatırımcılar ile ilgili olarak eleştirinize kısaca yanıt vermem gerekirse; paranın yerlisi yabancısı olmadığı görüşündeyim. Önemli olan yatırımcı bakımından “kolay iş yapılabilir”, “az riskli”, “çok getiri sağlayan” bir hukuk alanı yaratmaktır.
    Sonuç olarak yöneticilerin ve şirket çoğunluğunu elinde tutanların kararları şirketin büyümesine de küçülmesine de hatta iflasına da yol açabilir. Ancak bu durum, hissedarların şirket yönetimini doğrudan yapmaları ya da şirketleri belli konularda mahkemelerin yönetmesi şeklinde değerlendirilmemelidir. Şu önermeler doğru değildir: şirketi yöneticiler ile birlikte hissedarlar ya da mahkemeler yönetirse şirketler iflas etmez/daha iyi performans sergiler/daha çok kar dağıtır.
    Eleştirileriniz için tekrardan çok teşekkür ederim.
    Saygılarımla,
    Cevap sahibi: Nazım Can Işıktaç – 13 Ağustos 2013

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.