TTK Madde 105

I – Genel olarak

MADDE 105(1) Acente, aracılıkta bulunduğu veya yaptığı sözleşmelerle ilgili her türlü ihtar, ihbar ve protesto gibi hakkı koruyan beyanları müvekkili adına yapmaya ve bunları kabule yetkilidir.

(2) Bu sözleşmelerden doğacak uyuşmazlıklardan dolayı acente, müvekkili adına dava açabileceği gibi, kendisine karşı da aynı sıfatla dava açılabilir. Yabancı tacirler adına acentelik yapanlar hakkındaki sözleşmelerde yer alan, bu hükme aykırı şartlar geçersizdir.

(3) Acentelerin ad ve hesabına hareket ettikleri kişilere karşı Türkiye’de açılacak olan davalar sonucunda alınan kararlar acentelere uygulanamaz.

TTK Madde 105

TTK Madde 105” hakkında 3 yorum

  1. GEREKÇE/Madde 105 – 6762 sayılı Kanunun 119 uncu maddesi, 105 inci maddede bir değişiklik dışında Tasarıda korunmuştur. Maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Bu hükümlere aykırı olan şartlar muteber değildir” hükmü “yabancı tacirler adına acentelik yapanlar hakkındaki sözleşmelerde yer alan, bu hükme aykırı şartlar geçersizdir” şekline dönüştürülüp ikinci fıkraya eklenmiştir. Çünkü, maddenin ilk iki fıkrasındaki hükümlere aykırı şartları hükümsüz saymak yerli tacirlerin acenteleri yönünden hiçbir anlam taşımamaktadır. Yerli tacirlerin yerleşme ve iş yerleri Türkiye’de bulunduğu için yetkili bir veya birkaç mahkeme bulmak ve onları mahkemeye getirmek güç değildir. Maddenin öngörülme amacı yabancı tacirlere Türkiye’de dava açılması olanağını yaratmaktadır. Ancak bu olanak sebebiyle ortaya çıkan bir sorunun giderilmesi için, maddeye yeni bir (üçüncü) fıkra eklenmesi gerekmiştir. Yurtdışında yerleşik olan asile izafeten Türkiye’de acenteye dava açılması hakkı, uygulamada bir süre, alınan ilamın acenteye karşı uygulanabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Bu uygulama sebebiyle acenteler, temsil ettikleri kişilerin borçlarını ödemek zorunda bırakılmıştır. Oysa, Türkiye’de bir tebligat adresi tesis eden hükmün bu doğrultuda yorumlanması, maddenin amacına aykırıdır. Acente, temsilci sıfatıyla hareket ederken, asilin borcunu üstlenmez veya bu borca kefil olmaz. Bu konuda yaşanan tereddütleri gidermek için üçüncü fıkra kaleme alınmış ve asile izafeten acente aleyhine açılan davada alınan ilamın acentenin malvarlığı aleyhine uygulanamayacağı açıklığa kavuşturulmuştur.

  2. Prof. Dr. Arslan KAYA’nın Madde Açıklaması

    ‘‘TTK m. 105 (Acentenin yetkileri/Genel olarak)

    (1) TTK m.105, f.1 ve f.2, c.1 hükümleri, eTTK m.119, f.1 ve 2’nin tekrarıdır. TTK m.l05, f.2, e.1 hükmü (eTTK m.119, f.2), 1927 tarihli TTK’nın, tüccar memurlarına davada temsil imkanı veren 95 inci maddesinden alınmıştır.

    (2) İsviçre ve Alman hukukunda, acentenin aktif ve pasif temsil yetkisi hakkı koruyucu beyanların yapılması ile sınırlı tutulmuş, müvekkili mahkemede temsil yetkisine yer verilmemiştir [İsv. BK m.418e (1); Alm. TK § 91].

    (3) TTK m.105, f.2, c.2 ve f.3 hükümleri yenidir. Bu yeni hükümler, düzenlendikleri yer ve getirdikleri düzenlemeler itibariyle eleştiriye açıktır. Maddenin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi hükmü iki bakımdan hatalıdır. Düzenlenen, davada aktif ve pasif temsil yetkisidir. “Yerli tacir” ve “yabancı tacir” ayrımı yapılmış, temsile ilişkin esasları değiştiren sözleşme hükmü geçersiz sayılmıştır. Şayet söz konusu olan ülke içinde bir acentelik ise, taraf teşkiline ilişkin hükme aykırı düzenlemeler yapılabilecek, söz konusu olan yabancı bir tacir adına acentelik ise aksi kararlaştırılamayacaktır; hüküm, bu şekliyle emredicidir.

    Sözleşme, (i) acente ile müvekkili, (ii) acente ile aracılık yaptığı ya da sözleşme yaptığı kişi ile ilgili olabilir. TTK m.105, f.2, c.2’de ifade bulan “sözleşme”, acente ile müvekkili arasındaki acentelik sözleşmesidir. Acente ile müvekkili arasındaki sözleşmede yer alan, davada taraf teşkili ile ilgili bir hükmün üçüncü kişiye teşmili ve geçerliliği bir sorundur. Bu husus ilk defa tarafımdan İÜ Hukuk Fakültesi’nde yapılan ‘Ticaret Hukuku Günleri” başlıklı toplantıda gündeme getirilmiştir. Kanımca, bu hususun tescil ve ilan edilmesi de sonucu değiştirmez; usule (usul hukukuna) ilişkin hükmün üçüncü kişi (üçüncü kişinin asile izafeten acente aleyhine dava açabilmesi) aleyhine değiştirilmesi olanaksızdır. Bu yönde bir düzenlemenin yapılması, üçüncü kişi ile yapılan sözleşmede ise olanaklıdır; göreve değil yetkiye ilişkin olduğu için bir farklılık yaratılabilir. Hükümde, istikrar kazanan “acentelerin ad ve hesabına hareket ettikleri kişilere karşı açılacak olan davalar sonucunda alınan kararların acentelere uygulanamayacağı” uygulaması, Türkiye’de açılacak olan davalar sonucu alınan kararlara özgülenmiştir. Maddede yer alan “Türkiye’de” ibaresi haklı olarak eleştiriye açıktır. Usul hukuku hükmü olması, ülkesellik ilkesi ve hükmün tesis amacı dikkate alındığında güç olmakla birlikte, acentelik hükümlerinin ve özellikle TTK m.105, f.3 hükmünün acenteyi koruma amacı göz önüne alındığında “Türkiye’de” ibaresinin, hükmün uygulama alanını daraltacağı kuşkusuzdur; doğru olan, bu ibarenin kaldırılmasıdır. (buraya kadar sayfa 58)

    Ayrıca, yine maddede yer alan “Acentenin ad ve hesabına hareket ettikleri kişilere karşı” ibaresi de, TTK m. 103, f. 1, b.(a) hükmündeki hali dışladığı için, farklı yoruma sebep olabilecek niteliktedir ve isabetli bir düzenleme değildir.”

    Arslan KAYA, ‘‘Acentelik İle İlgili Yenilikler’’, Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun Ticari İşletme Hukuku Alanında Getirdiği Yenilikler Sempozyumu, 25-26 Kasım 2011, Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, s. 58-59

  3. KARARLAR

    1.TTK.nun 117/3. maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti içinde merkez ya da şubesi bulunmayan yabancı ticari işletmeleri nam ve hesabına ülke içinde işlemde bulunanlar hakkında da, anılan Yasanın 8. faslında 116 ve ardından gelen hükümlerle düzene konan “Acente” hükümleri uygulanır. Ayrıca dairemizin bu konuda kökleşmiş nitelik kazanan içtihatlarıyla da kabul edildiği gibi (örneğin 20.12.1982 gün ve1982/5727-5528 sayılı, 23.12.1982 gün ve1982/5178-5596 sayılı kararları) TTK.nun 117/3 ve 119/2. maddeleri hükümlerine göre; ülkemiz içinde merkez ya da şubesi olmayan yabancı ticari işletmeler nam ve hesabına ülke içinde arızi de olsa işlemde bulunanlar hakkında dahi, vekil edeni adına dava açılabilmesi olanaklıdır. Bu nedenlerle, dava ehliyeti açısından sözü edilen acentelerin arızi olarak işlem yapması olgusu sonuca etkili değildir. Sözü edilen yasal düzenlemedeki amaç; ülkemiz içinde merkez ya da şubesi olmayan yabancı ticari işletmelerin takip ve dava edilmesi zorunluğunu ortadan kaldırmak ve hak sahibinin yabancı ticari işletmenin nam ve hesabına Türkiye’de geçici de olsa işlem yapan acenteden hakkını elde etmesine olanak tanımaktır. Tersinin kabulü, TTK.nun 119. maddesi hükmünün uygulama olanağının ortadan kalkmasına yol açacaktır. Tüm bu nedenlerle ve uyuşmazlık konusu işin, niteliği yukarıda belirlenen acente tarafından bağıtlanan taşıma sözleşmesinden kaynaklanmasına göre; vekil edeni adına dava açıp davacı acentenin husumet ehliyetinin bulunduğunun kabulü ile işin esasının çözümlenmesi gerekirken…” Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, E:1982/5392, K:1983/103, T:20.01.1983.

    2. “Davaya konu taşıma işleminde yabancılık unsuru mevcut olmakla taraflar arasında düzenlenen konişmentolardaki yetki şartının MÖHUK ve TTK kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar bakımından taraflar yetki sözleşmesi yapabilirlerse de, MÖHUK 47/1 maddesi uyarınca, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisini ortadan kaldıran sözleşme yapılması mümkün değildir. 6102 sayılı TTK’nın 105/2 maddesi uyarınca, yabancı tacirlerin Türkiye’deki acentelerinin aracılığıyla yapılan sözleşmelerden doğacak uyuşmazlıklar yönünden acente, müvekkiline izafeten onun nam ve hesabına dava açabileceği gibi, müvekkiline izafeten acente aleyhine de dava açılabilir. Kanun’da açıkça, sözleşmelerde, bu hükme aykırı sonuç doğuracak şartların geçersiz olduğu hükme bağlanmıştır. Aynı düzenlemeye mülga 6762 sayılı TTK’nın 119. maddesinde de rastlanmaktadır.

    Somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık davalı şirketin Türkiye’deki acentesi … Denizcilik A.Ş aracılığıyla yapılan taşıma sözleşmesine ilişkin olup, konişmentonun da acente tarafından düzenlendiği dikkate alındığında, dava yerleşim yeri yurt dışında olan davalıya karşı açılmış olsa dahi Türkiye’deki acentenin aracılık ettiği taşıma sözleşmesine istinaden düzenlenen konişmentoya konulan yabancı mahkemeye işaret eden yetki şartı, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisini ortadan kaldırır nitelikte olması nedeniyle geçersiz olduğundan mahkemece yetkisizlik kararı verilmesi doğru olmamış, kararın bu sebeple davacı yararına bozulması gerekmiştir.” Yargıtay 11. HD., E:2020/7066, K:2022/1499, T:03.03.2022

    3. “Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, geminin 26.08.2017 günü saat 17.19’da Boğaz’a girmeden demirlediği, Boğaz geçişi izni için beklemeye başladığı, ancak 27.08.2017 tarihinde deniz kazasına maruz kaldığı, olayın geminin Boğaz geçişini yapamadan meydana geldiği, TTK m.105 (2) hükmü gereğince, gemiye verilen hizmet nedeniyle geminin acentesinden ancak gemi donatanına izafeten talepte bulunulabileceği, davalı kuruluşun verdiği hizmet karşılığında tahakkuk ettirdiği hizmet alacağını gemi donatanına veya ona izafeten acenteye değil, doğrudan davacı acenteye yapmış olmasının, TTK m.105 (3) hükmüne aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle davanın kabulü ile davacının MV Leonardo isimli geminin Deniz kazası nedeniyle 234.082,86 TL borçlu olmadığının tespitine karar verilmiş, hükme karşı davalı vekili istinaf yoluna başvurmuştur.

    Bölge Adliye Mahkemesince, davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir….Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA…” Yargıtay 11. HD., E:2021/5431, K:2022/9640, T:29.12.2022

    4. “Dava hukuki niteliği itibariyle, gemi alacaklısı hakkına dayanarak davalı gemi sahibi hakkında başlatılan rehnin paraya çevrilmesi yoluyla ilamsız icra takibine vaki itirazın, İİK’nın 153/a ve 147. maddeleri atfıyla aynı Kanun’un 67. maddesi uyarınca iptali ve icra inkar tazminatının tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı sadece davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.İstinaf incelemesi HMK’nın 355. maddesi uyarınca, davalı vekili tarafından ileri sürülmüş olan istinaf başvuru nedenleri ve kamu düzenine aykırılık yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.

    Davacı vekili dava dilekçesinde yabancı bayraklı gemide çalıştığı esnada tahakkuk eden işçilik alacaklarını talep etmektedir. Ancak, alacağın doğumu sırasındaki gemi maliki iflas etmiş, takip ve dava açıldığı esnada gemi maliki konumunda bulunan … gemiyi, cebri icra satışından elde etmiştir. Yani, eldeki davanın tarafları arasında yapılmış bulunan bir iş sözleşmesinden bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla uyuşmazlık taraflar arasında yapılmış hizmet sözleşmesine dayanmadığından, Denizcilik İhtisas Mahkemesinin görevli olmadığı söylenemeyecektir. Kaldı ki davaya konu edilen iddia ve savunma niteliği gözetildiğinde, meselenin deniz ticaretine bakmakla görevli mahkeme tarafından çözülmesi uygundur. Her devlet, mahkemelerinin milletlerarası yetkisini bizzat tayin eder (Nomer, Ergin; Devletler Hususi Hukuku 7. Bası 1993 sayfa 398). Hukukumuzda, ülke için yer itibariyle yetki kuralları aynı zamanda milletlerarası yetki kuralları olarak kabul edilir. O halde HMK’da yer alan genel ve özel yetki kurallarıyla diğer kanunlarda belirtilen özel yetki hükümleri, Türk Mahkemelerinin milletlerarası yetkisini de gösterir (Yargıtay 11.HD , T: 22/03/2013, 2013/2635 E. , 2013/5653 K.).

    Somut uyuşmazlıkta davacı ile geminin önceki maliki arasında yapılmış bulunan iş sözleşmesi gereği davacının işçilik alacağı talep edilmektedir. Davalı hizmet sözleşmesine taraf olmadığından, bahsi geçen sözleşmede yer alan tahkim şartı ve yetki sözleşmesi, sözleşmelerin nisbiliği ilkesi gereği, davalı tarafından ileri sürülemeyecektir. Bu nedenle, davalı vekilinin tahkim şartına ilişkin istinaf nedenleri ve yetki sözleşmesine dayalı istinaf nedenleri yerinde değildir. Gemi alacaklarını da kapsayan deniz alacaklarında, esas hakkında yetkili mahkemeyi düzenleyen TTK m.1359 hükmüne göre, deniz alacağının esasına ilişkin olarak yapılmış bir yetki veya tahkim sözleşmesi yoksa, esas hakkında açılacak davada, ihtiyati haciz kararı veren mahkeme de yetkilidir. Somut olaya konu alacak hakkında Kocaeli 1. Asliye Ticaret Mahkemesince ihtiyati haciz kararı verilmiş olduğundan, kararı veren ilk derece mahkemesi yetkilidir. Bu nedenlerle, davalı vekilinin yetkiye dair istinaf nedenleri yerinde değildir.Davaya konu icra takibi gemi malikine izafeten acentası aleyhine başlatılmıştır. Acente, fiilen aracılıkta bulunduğu veya müvekkili adına ve hesabına bizzat gerçekleştirdiği sözleşmeler kapsamında müvekkili namına davaya muhatap olabilecektir. Somut olaya uygulanması gereken 6102 Sayılı TTK m.105/2 gereğince, acente aleyhine ancak müvekkiline izafeten dava açılabilir. Doğrudan hasım gösterilerek acente aleyhine dava açılamaz. Gemi kaptanının, geminin yasal temsilcisi olarak kabulü gerekeceğinden, itirazın iptali davasında davalı sıfatıyla gemi malikine izafeten gemi kaptanının gösterilmesinde de usule aykırılık bulunmamaktadır. Davaya konu alacak, gemi adamının ücret alacağı olup TTK m.1320/1.a hükmü uyarınca gemi alacaklısı hakkı veren bir alacaktır. Aynı Kanun’un 1321/1.maddesi uyarınca, gemi alacağı, sahibine, gemi ve eklentisi üzerinde kanuni rehin hakkı verir. Aynı maddenin 5. fıkrası uyarınca, gemi alacağının verdiği kanuni rehin hakkı, gemiye zilyet olan herkese karşı ileri sürülebilir. Yani, bu hak, gemiyi sonradan iktisap eden yeni malike ve zilyede karşı da ileri sürülebilir. Bunun istisnası ise TTK m.1388/2. maddesi uyarınca geminin cebri icra satışı sonucu iktisap edilmesidir. Ancak, böyle bir cebri icranın Türk hukukuna göre geçerli olması gerekir. Çünkü, gemi alacaklısı hakkının bahşettiği kanuni rehin hakkı, yasadan doğan tescile tabi olmayan, geminin her zilyedine karşı ileri sürülebilen icrai bir hak olup, doğumu, tanınması kullanılması ve sukutu devletlerin hakimiyet haklarıyla ilgili birer icra işlemleri olduğundan, yapıldıkları ülke hukukuna tabidir (Yargıtay 11HD, T: 19/03/2015 , 2014/5893 E , 2015/3859 K). Dosya kapsamından, satış işleminin yabancı ülkede yapıldığı esnada, satıma konu geminin İzmir limanında olduğu anlaşılmaktadır. TTK m.1350 uyarınca, bir geminin ihtiyaten veya icraen haczi, cebri icra yoluyla satışı ve mülkiyetinin intikali de dahil olmak üzere, bu satışın sonuçları ve cebri icraya ilişkin bütün işlem ve tasarrufların geminin bu işlem ve tasarrufların yapıldığı sırada bulunduğu ülke hukukuna tabidir. Kanun’un bu açık düzenlemesi karşısında, somut olayda Litvanya makamlarınca yapılan cebri icra satışının, Türk hukuku bakımından geçerli olduğunun ve mülkiyetin alıcıya intikal ettiğinin kabulü mümkün değildir (Yargıtay 11. HD, T: 10/05/2017, 2017/582 E., 2017/2822 K. Sayılı kararı) Her ne kadar davalının savunması Litvanya makamlarınca iflas tasfiyesi kapsamında yapılan cebri satış sonucu gemiyi her türlü takyidattan ari şekilde kazandığı yönünde olsa da az yukarıda açıklandığı üzere, somut olayda uygulanması gereken TTK m.1350 gereğince, dava konusu geminin mülkiyetinin takyidatlarından ari bir şekilde davalı alıcıya geçmiş olduğu kabul edilemeyeceğinden, davacının alacağını, davalı zilyetten talep etmesine herhangi bir hukuki engel bulunmamaktadır. Çünkü, Türk hukuku açısından geçerli bir cebri icra satışı bulunmadığından, yukarıda açıklandığı üzere, TTK m.1321/5 uyarınca, gemi alacaklısı hakları, geminin sonraki zilyedi olan davalıya karşı da ileri sürülebilir. Davalının bu konudaki istinaf nedenleri de yerinde görülmemiştir.Açıklanan bu gerekçelerle, HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine…” İstanbul BAM 14. HD., E:2018/1257, K:2019/1279, T:10.10.2019

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön