TTK Madde 1444

aaa) Genel olarak

MADDE 1444(1) Sigorta ettiren, sözleşmenin yapılmasından sonra, sigortacının izni olmadan rizikoyu veya mevcut durumu ağırlaştırarak tazminat tutarının artmasını etkileyici davranış ve işlemlerde bulunamaz.

(2) Sigorta ettiren veya onun izniyle başkası, rizikonun gerçekleşme ihtimalini artırıcı veya mevcut durumu ağırlaştırıcı işlemlerde bulunursa yahut sözleşme yapılırken açıkça riziko  ağırlaşması  olarak  kabul edilmiş  bulunan  hususlardan  biri  gerçekleşirse  derhâl;  bu işlemler bilgisi dışında yapılmışsa, bu hususu öğrendiği tarihten itibaren en geç on gün içinde durumu sigortacıya bildirir.

TTK Madde 1444

TTK Madde 1444” hakkında 2 yorum

  1. GEREKÇE/Madde 1444 – Sigorta sözleşmesi devamlı bir ilişkiyi düzenler. Bu nedenle, taraflar sözleşme yaptıktan sonra, kural olarak, tek taraflı sözleşme şartlarında değişiklik yapamaz. Bununla birlikte, sözleşme yapıldıktan sonra şartlarda ve özellikle tehlikenin gerçekleşme ihtimalinde sözleşmeyi etkileyebilecek nitelikte, sigorta ettirenin kendisi veya üçüncü bir şahıs tarafından yapılan değişiklikler de olabilir. Bu noktada, sözleşmenin yapılması sırasında sigorta ettirenin yapacağı beyanlara karşı duyulan ihtiyaç, taraflar arasındaki menfaatler dengesini devam ettirmek bakımından, sözleşmenin devamı sırasında da mevcuttur. Tasarının bu maddesi ise bu düşünceyle düzenlenmiştir.

  2. KARARLAR

    1. “…poliçe tanzim tarihi ve olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6102 sayılı TTK’nın 1409/1. maddesi uyarınca, sigortacı geçerli bir sigorta ilişkisi kurulduktan sonra oluşan rizikolardan sorumlu olduğu gibi aynı maddenin 2. fıkrası hükmüne göre, kural olarak rizikonun teminat dışında kaldığına ilişkin iddianın sigortacı tarafından kanıtlanması gerekmektedir. Olayın sigortalının ihbar ettiği şekilde değil de sigortacının iddia ettiği şekilde gerçekleşmesi halinde ise, bu oluş şeklinin Kasko Sigortası Genel Şartlarının A.5. maddesinde sayılan teminat dışında kalan hallerden olması gerekmektedir. İlkeler yukarıda açıklanan şekilde olmakla birlikte, Kasko Sigortası Genel Şartları’nın C.3.3. ve C.3.4. maddesi ile TTK’nın 1444/2. ve 1445/5. maddeleri uyarınca, sigorta ilişkisinin devamı sırasında sigorta ettirenin, rizikonun gerçekleşme ihtimalini artırıcı durumları sigortacıya bildirme yükümlülüğü bulunduğu; bu yükümlülüğün ihlali halinde ise, tazminattan indirim yapılması ya da sigortacının tazminat ödeme borcunun ortadan kalkması ilkeleri benimsenmiştir.

    İstinaf Mahkemesi tarafından, davacıya ait araçtaki LPG yakıt sistemine dönüşüm işleminin, poliçe tanziminden önce (02.06.2011 tarihinde) aracın ruhsatına işlendiği kabul edilmiş ve poliçe tanziminden önce araçta LPG yakıt sistemi bulunduğu için de tazminattan indirimi gerektirir neden olmadığı kabul edilmiştir. Davacıya ait 2012 model … marka araca ait trafik tescil şube müdürlüğünden gelen dosya incelendiğinde; İstinaf Mahkemesi tarafından LPG dönüşüm tarihi olarak kabul edilen belgedeki aracın, davacı aracından başka marka ve modeldeki (2002 model …) bir araç olduğu; davacıya ait marka ve modeldeki aracın LPG dönüşümüne ilişkin montaj işlem tarihi ve işlem fatura tarihinin 07.04.2015 (poliçe tanzim tarihinden sonra) olduğu görülmektedir. Kasko poliçesi teminatında yer alan yangın rizikosunun gerçekleşme ihtimalini artıran ve poliçe süresi içinde araçta gerçekleşen bu değişikliğin, KSGŞ C.3. maddesi ile TTK’nın 1444. maddesi gereği davalı sigortacıya bildirilmesi gerektiği gözetilmelidir.

    Açıklanan vakıalar karşısında; sigortalı araçtaki LPG yakıt dönüşüm montaj işlem tarihinin, poliçe süresi içinde olup olmadığına ilişkin yeniden araştırma yapılıp bu hususun tereddüt yaratmayacak biçimde netleştirilmesi; yapılacak bu araştırmanın sonucuna göre, LPG yakıt sisteminin araçtaki ek donanım olarak kabul edilip edilemeyeceği ve teminat dışılığa yol açıp açmayacağının kararda tartışılması (ek donanımın teminat dışı olduğuna ilişkin poliçe hükümleri ve davalı savunması gereği); anılan yakıt sistemi dönüşüm işleminin poliçe süresi içinde gerçekleştiğinin tespiti ve zararın teminat kapsamında olduğunun kabulü halinde ise, rizikonun gerçekleşme ihtimalini artıran bu tarz bir değişikliği sigortacıya bildirmekle yükümlü olan davacı sigortalının bu bildirimi yaptığına dair delil sunmadığı da gözetilerek, KSGŞ C.3. maddesi ve TTK’nın 1445/5. maddesi gereği tazminattan indirim yapılması gerekliliğine göre hüküm tesisi gerekirken, hatalı değerlendirme yapılması ve hukukun yanlış uygulanması nedeniyle, Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” Yargıtay 17. HD., E:2018/5746, K:2019/11354, T:02/12/2019

    2. “Dava, gelir koruma sigorta poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

    Sigorta ettirenin borç ve yükümlülüklerinden olan beyan yükümlülüğü, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda sözleşmenin yapılması sırasında, teklifin yapılması ile kabulü arasındaki sürede ve sözleşme süresi içinde olmak üzere üç şekilde yer almıştır. Bunlardan sözleşme süresi içindeki beyan yükümlülüğü TTK’nın 1444. maddesinde ”Sigorta ettiren, sözleşmenin yapılmasından sonra, sigortacının izni olmadan rizikoyu veya mevcut durumu ağırlaştırarak tazminat tutarının artmasını etkileyici davranış ve işlemlerde bulunamaz. Sigorta ettiren veya onun izniyle başkası, rizikonun gerçekleşme ihtimalini artırıcı veya mevcut durumu ağırlaştırıcı işlemlerde bulunursa yahut sözleşme yapılırken açıkça riziko ağırlaşması olarak kabul edilmiş bulunan hususlardan biri gerçekleşirse derhal; bu işlemler bilgisi dışında yapılmışsa, bu hususu öğrendiği tarihten itibaren en geç on gün içinde durumu sigortacıya bildiririr.” şeklinde düzenlenmiş ve bu yükümlülüğe aykırı davranışın yaptırımı aynı Kanun’un 1445/5. maddesinde ”Rizikonun gerçekleşmesinden sonra sigorta ettirenin ihmali belirlendiği ve değişikliklere ilişkin beyan yükümlülüğünün ihlal edildiği saptandığı takdirde, söz konusu ihlal tazminat miktarına veya bedele ya da rizikonun gerçekleşmesine etki edebilecek nitelikte ise, ihmalin derecesine göre, tazminattan veya bedelden indirim yapılır. Sigorta ettirenin kastı hâlinde ise meydana gelen değişiklik ile gerçekleşen riziko arasında bağlantı varsa, sigortacı sözleşmeyi feshedebilir; bu durumda sigorta tazminatı veya bedeli ödenmez. Bağlantı yoksa, sigortacı ödenen primle ödenmesi gereken prim arasındaki oranı dikkate alarak sigorta tazminatını veya bedelini öder” olarak belirlenmiştir.

    Dosya kapsamındaki delillerden, davacı ile davalı arasında 26.02.2014 tarihinde sigorta sözleşmesi yapıldığı, 10.04.2014 tarihli Ortaklar Kurulu Kararı ile dava dışı şirketin Türkiye pazarından çekilme kararı aldığı, 08.08.2014 tarihinde davacının iş akdinin sonlandırıldığı ve 12.08.2014 tarihinde davacının davalıya başvuruda bulunduğu, bu başvurunun 18.08.2014 tarihinde davalı tarafından reddedildiği anlaşılmaktadır. Davacının dava dışı şirkette satınalma grup müdürü pozisyonunda görev yapmakta olduğu da nazara alındığında, dava dışı şirket tarafından alınan Türkiye pazarından çekilmeye ilişkin ortaklar kurulu kararından iş akdinin son bulduğu 08.08.2014 tarihine kadar haberdar olmadığı düşünülemez.

    Bu itibarla, mahkemece davacının sigorta sözleşmesi süresi içinde beyan yükümlülüğünü ihlal etttiği kabul edilerek, TTK’nın 1445/(5). maddesi kapsamında bir değerlendirme yapılması gerekirken, bu yönde bir inceleme yapılmaksızın davanın kabulü doğru olmamış, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.” Yargıtay 11. HD., E:2019/832, K:2020/3949 K.08.10.2020

    3. Kollektif şirket 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu madde 211 de düzenlendiği üzere “Kollektif şirket ticari bir işletmeyi bir ticaret unvanı altında işletmek amacıyla, gerçek kişiler arasında kurulan ve ortaklarından hiçbirinin sorumluluğu şirket alacaklılarına karşı sınırlanmamış olan şirkettir.”

    Davacı tarafından vefat eden temsilciler yerine yönetim kayyımı atanması talep edilmiştir. Ticaret sicil kayıtları celp edilmiş ve yapılan araştırma ile şirket ana sözleşmesinde ve tadil sözleşmelinde yönetici atanmadığı, müteveffa …..temsilci olarak atandığı anlaşılmıştır. Kollektif şirketler yönünden temsilci ve yönetici ayrımına ilişkin olarak yasal düzenlemeler ve doktrinde;

    Gerçek kişinin bir konuda karar vermesi ile aldığı kararın uygulanmasına yönelik olarak üçüncü kişilerle işlemler yapması, birbirine bağlı olarak gerçekleşen bir süreçtir. Oysa tüzel kişiler organları aracılığı ile hareket ettikleri için, yönetim ve temsil işlemleri birbirinden ayırt edilebilir ve ayrı kişilerce de gerçekleştirilebilir. Yönetim, ortaklık adına karar alma sürecini, temsil ise ortaklık adına üçüncü kişilerle işlem yapılmasını ifade eder. Bu açıdan, yönetim iç ilişkiye temsil dış ilişkiye dair yetkiler içerir. (…..)

    Tüzel kişilerde, bir hukuki işlemin dış ilişkide icra edilmesi, bundan önce gelen bir karar safhasına ihtiyaç gösterir. Bu safha, gerçek kişilerdeki düşünme ve kararlaştırma safhasını karşılar. Zira gerçek kişilerin dış alemdeki eylemleri, kural olarak zihinlerde alınan kararların icrasından ibarettir. Kolektif ortaklıklarda karar almak idarecilerin, bunu dış ilişkide icra etmek ise temsilcilerin görevidir. Temsilcilerin giriştikleri her işlemin, akdettikleri her sözleşmenin bir dayanağı olmalıdır. İşte bu dayanağın iç ilişki de idare hakları sahasında bir karar olarak görülmelidir.

    Bir gerçek kişinin düşüncelerini, kafasında aldığı kararları icra etmesinde olduğu gibi, kolektif ortaklıklarda da idare hakkı ile temsil yetkisinin tek şahıs ile birleşmesi halinde, bu iki safha (idare ve temsil) birbirinden belirli çizgilerle ayrılmış değillerdir. Ayrı idare ve temsil organları bulunması halinde bu iki safha daha belirli olarak ortaya çıkar. Ancak idare hakkı ve temsil yetkisi aynı organda veya aynı kişide toplansa bile, bunlar hukuken birbirinden ayrı safhalardır ve tamamen ayrı kurallara tabidirler.

    Kolektif şirkette iç ilişkiyi düzenleyen yasal hükümler, genellikle yedek (tamamlayıcı) niteliktedir. Dolayısıyla ortaklar kendi aralarındaki ilişkiyi, şirket sözleşmesi ile, 6098 sayılı TBK M.27 vd. (818 BK M.19 ve 20) hükümlerine aykırı olmamak kaydı ile arzu ve isteklerine uygun olarak düzenleme yetkisine sahiptirler (TTK M.217). İdare hakkında ilişkin olarak şirket sözleşmesinde hüküm bulunmayan hallerde, duruma göre sırasıyla, Türk Ticaret Kanunu’nun iç ilişkiyi düzenleyen kuralları (M.218-230), ticaret şirketlerine ilişkin olarak ortak ve genel hükümler (M.124-135), 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun adi ortaklığa dair hükümlerin (M.620-641), Medeni Kanun’un tüzel kişilere ilişkin hükümlerin (M.47,48) ve ticari örf ve adetler uygulanır.

    6102 sayılı TTK’nun Şirketin yönetimi başlıklı 218. maddesi uyarınca; “(1) Ortaklardan her biri, ayrı ayrı şirketi yönetme hakkını ve görevini haizdir. Ancak, şirket sözleşmesiyle veya ortakların çoğunluğunun kararıyla yönetim işleri ortaklardan birine, birkaçına veya tümüne verilebilir. (2) Ticari mümessillere ve diğer ticari vekillere ilişkin hükümler saklıdır.”

    6102 sayılı TTK’nun Temsil yetkisinin kaldırılması başlıklı 235. maddesi uyarınca; “Haklı sebeplerin varlığı hâlinde temsil yetkisi, bir ortağın başvurusu üzerine, mahkemece kaldırılabilir. Gecikmesinde tehlike bulunan hâllerde mahkeme temsil yetkisini ihtiyati tedbir olarak kaldırıp bu yetkiyi bir kayyıma verebilir. Kayyımın atanmasını, görevlerini, mahkemece verilen temsil yetkisini ve bunların sınırlarını, mahkeme resen tescil ve ilan ettirir.”

    6102 sayılı TTK’nun Geçici yönetim başlıklı 252. Maddesi uyarınca, “Bir ortağın kısıtlanması veya iflasına karar verilmesi hâlinde, Türk Borçlar Kanununun 641 inci maddesi uygulanır.”

    6102 sayılı TTK’nun Uygulanacak kanun hükümleri başlıklı 126. maddesi uyarınca, “Her şirket türüne özgü hükümler saklı kalmak şartıyla, Türk Medenî Kanununun tüzel kişilere ilişkin genel hükümleri ile bu Kısımda hüküm bulunmayan hususlarda Türk Borçlar Kanununun adi şirkete dair hükümleri her şirket türünün niteliğine uygun olduğu oranda, ticaret şirketleri hakkında da uygulanır.”

    6098 sayılı TBK’nun Ortaklığın yönetimi başlıklı 625. maddesi uyarınca, “Yönetim, sözleşme veya kararla yalnızca bir veya birden çok ortağa yada üçüncü bir kişiye bırakılmış olmadıkça, bütün ortaklar ortaklığı yönetme hakkına sahiptir.”

    Davalı şirketin Ticaret Sicil Kayıtları getirtilmiş ve mahkemece yapılan incelemede gerek şirket ana sözleşmesinde gerekse aşamalardaki tadil sözleşmelerinde, Md. 7- şirketin idaresi maddesi ile “Şirketi temsile ve ilzama ve her türlü işlemleri yapmaya, …..ve …..münferiden yetkilidirler. Bu iki ortak müştereken veya münferiden verecekleri vekalet ile diğer ortaklardan birine veya üçüncü bir şahsın aynı yetkilerle şirket işlerini tedvir için yetkili kılabilirler. Bütün ortaklar şirket işlerinde bilfiil çalışacaklardır. ” hükmü getirtilmiş, düzenlemesi yapılmış. Daha sonra …..tarihli tadil sözleşmesi ile Md. 7 “Şirketin temsile ve imzama her türlüm işlemleri yapmaya …..ve …..münferiden 10 yıllığına yetkilidirler. Bu iki, ortak müştereken ve müferiden verecekleri vekalet ile diğer ortaklardan birinin veya üçüncü bir şahsın aynı yetkiler ile şirket işlerini tedbir için yetkili kılabilirler. Bütün ortaklar şirket işlerinde bilfiil çalışacaklardır.” düzenlemelerinin yapıldığı görülmüştür.

    Ayrıca ticaret sicil kayıtlarında şirket ortağı olarak …..(davacı), …..müteveffa), …..(müteveffa), …..halen kayıtlıdır. Ortaklardan ikisi ölmüş olup şirket sözleşmesinde mirasçılarla devam edileceğine ilişkin açık bir hüküm bulunmamakla beraber, TTK 253. maddede ki süreçlerin işletilmediği anlaşılmıştır.

    İlke olarak kollektif şirketin bütün ortakları şirketin yöneticisi sayılır. Kanun koyucu, şirket yönetimi, her ortağı ayrı ayrı hem hakkı, hem de görevli olduğu kuralını koymuştur (TTK m.218/1). Çünkü kollektif şirkette ortaklar, şirket borçlarından sınırsız şekilde sorumlu olduklarından, ortakların hem birbirlerine güvenmeleri, hem de şirket işlerinin yürütülmesi hususundaki yeteneklerine inanmaları gerekir. Bu itibarla şirket yönetime, kolektif ortaklıktan doğan bir haktır ve bu hak bizzat ortak tarafından kullanılabileceği gibi, sözleşme veya ortaklar kararıyla üçüncü bir kişiye devredilebilir ( …..).

    Yöneticilik, kural olarak kanunla kazanılmakla beraber sözleşme ile ve daha sonra ortakların alacağı bir karar ile de kazanılması mümkündür. Somut uyuşmazlıkta esas sözleşmede veya daha sonrasında alınmış bir karar ile yönetici atanması ön görülmediğinden TTK 218. madde gereği tüm ortaklar yöneticilik hak ve yetkisine haizdir. Bu sebeple davalı şirkete yönetici atanmasında herhangi bir hukuki menfaat bulunmamaktadır.

    Dava dilekçesi içeriği, şirket ana sözleşmesi ve daha sonrasında yapılan tadil sözleşmesi uyarınca …..ve …..temsilci olarak atandığı, söz konusu kişilerin vefat etmesi sebebiyle görevlerinin son bulduğu, mevcut durumda anlaşılmıştır.

    TTK 213/1.f bendi uyarınca, şirkete temsile yetkili kimselerin ad ve soyadları, bunların yalnız başına mı yoksa birlikte mi imza koymaya yetkili oldukları belirtilmelidir. Söz konusu kayıt ticaret sicile tescil için zorunludur. Şirket temsili hakkında tescil için bu husus zorunlu ise de bu hususun belirtilmemesine rağmen şirket tescil ve ilan edilmişse TTK madde 214 uyarınca şirket adi şirket sayılmayacak, kollektif şirket olarak tüzel kişiliğini kazandığı ve her ortağın tek başına şirketi temsil etme yetkisinin bulunduğu sonucuna varılması ratio legis ve menfaatler belgesi bakımından yerinde olacaktır. Böylece yönetim hakkı gibi temsil de ortaklar için hem bir hak hem de bir görevdir.

    Temsil yetkisinin kollektif şirketler yönünden sona ermesi TTK’da ayrıca düzenlenmemiştir. Ticaret Kanunu’ndaki yönetim hakkını sona erdiren sebepler ve bunlara ilişkin düzenlemeler ile borçlar yasasındaki temsil ilişkisini tanzim eden kurallar bu konuda uygulama alanı bulur ( …..).

    Kollektif şirketlerde temsil yetkisi, bütün ortaklar yönünden bir hak olmakla beraber bu yetki ortaklardan bir veya bir kaçına bırakılabileceği gibi ticari mümessil görevlendirmek suretiyle de gerçekleştirilebilecektir.

    Haklı nedenlerin varlığı halinde, bir ortağın başvurusu üzerine mahkemece temsil yetkisi kaldırılabilir. Gecikmesinde tehlike olan hallerde mahkeme ihtiyati tedbir yoluyla temsil yetkisini kaldırıp bu yetkiyi kayyıma verebilir. Genel olarak kanun koyucu şirketlerin kendi karar mekanizmaları içerisinde yönetici ve temsilci atamalarını öngörmüş, ancak belirli sebeplerle organ boşluğu olması halinde ve yönetimin başka bir şekilde sağlanamaması durumunda yönetim kayyımı atanabileceğini öngörmüştür.

    Burada yapılması gereken öncelikle ortakların ortaklar kurulunu toplantıya çağırarak temsile yetkili müdürü ataması, genel kurul toplanamıyorsa, temsil kayyımı talep edilerek genel kurulun toplanmasına izin verilmesi için dava açılmasıdır. TTK’nin sistematiği içinde eksikliğin giderilmesinin her zaman mümkün olduğu, ortaklar tarafından anılan işlemler yapılmadan, bir başka deyişle yönetimin oluşmasının başka yoldan sağlanması için gerekli işlemler yapılmadan, kayyım talep edilemeyeceği, dava konusu olayda TMK’nın 427. maddesindeki şartların gerçekleşmediği, kaldı ki yukarıda açıklandığı üzere kollektif şirketlerde her bir ortağın temsil yetkisine haiz olduğu değerlendirildiğinde bu hususun ihtiyari nitelikte olduğu anlaşıldığından davacının dava açmakta hukuki menfaati olmadığından davanın usulden reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis kılınmıştır.” Diyarbakır Asliye Ticaret Mahkemesi, E:2023/1335, K:2024/137, T:15.02.2024

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön