2. Ticari davalar ve çekişmesiz yargı işlerinin görüleceği mahkemeler[1]
MADDE 5– (1) Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine [2] bakmakla görevlidir.
(2) Bir yerde asliye ticaret mahkemesi varsa, asliye hukuk mahkemesinin görevi içinde bulunan ve 4 üncü madde hükmünce ticari sayılan davalarla özel hükümler uyarınca ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere asliye ticaret mahkemesinde bakılır. Bir yerde ticaret davalarına bakan birden çok asliye ticaret mahkemesi varsa, iş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, asliye ticaret mahkemelerinden biri veya birkaçı münhasıran bu Kanundan ve diğer kanunlardan doğan deniz ticaretine ve deniz sigortalarına ilişkin hukuk davalarına bakmakla görevlendirilebilir.
(3) Asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır.[3]
(4) Asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yargı çevresindeki bir ticari davada görev kuralına dayanılmamış olması, görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez; asliye hukuk mahkemesi, davaya devam eder.[4]
………………………………..
[1] Madde başlığı 6335 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi ile değiştirilmiştir. Madde başlığının ilk hali ‘‘2. Ticarî davaların görüleceği mahkemeler’’ şeklindeydi.
[2] Maddenin birinci fıkrasında yer alan “davalara” ibaresi, 6335 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi ile “davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine” şeklinde değiştirilmiştir.
[3] 3 üncü fıkranın tamamı 6335 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi ile değiştirilmiştir. 3 üncü fıkranın ilk hali şöyleydi; ‘‘İkinci fıkrada yazılı durumlarda, sadece iki tarafın isteklerine bağlı olmayan işler hariç olmak üzere, bir davanın ticarî veya hukukî niteliği nedeniyle mahkemenin iş alanına girip girmediği, taraflarca sadece ilk itiraz şeklinde ileri sürülebilir. İlk itiraz haklı görüldüğü takdirde dosya talep üzerine ilgili mahkemeye gönderilir. Kararın sözlü bildirimi veya tebliği tarihinden itibaren on gün içinde yenilenecek davaya bu mahkeme bakmak zorundadır; ancak, davaya, davanın niteliğine göre uygulanması gerekli olan usul ve kanun hükümlerini uygular. Ticarî bir davanın hukuk mahkemesi, ticarî olmayan bir davanın ticaret mahkemesi tarafından görülmesi hükmün bozulması için yalnız başına yeterli bir sebep oluşturmaz.’’
[4] 4 üncü fıkranın tamamı 6335 sayılı Kanun’un 2 nci maddesi ile değiştirilmiştir. 4 üncü fıkranın ilk hali şöyleydi; ”Görevsizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi hâlinde yapılacak işlemlere ve bunların tabi oldukları sürelere ilişkin usul hükümleri, iş alanına ait ilk itirazın kabulü hâlinde de uygulanır.”
GEREKÇE/Madde 5 – Bu madde, ikinci fıkrasındaki değişiklik dışında, 6762 sayılı Kanunun 5 inci maddesinden, başlığı içerikle uyumlu hale getirilerek ve dili güncelleştirilerek alınmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklik şu sebeplere dayanmaktadır: 6762 sayılı Kanunun 4 üncü maddesine, 28/4/2004 tarihli ve 25446 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 5136 sayılı Kanunla üçüncü bir fıkra eklenmiştir. Bu hüküm uyarınca, iş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü ile, Adalet Bakanlığınca, 6762 sayılı Kanunun Dördüncü Kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara bakmak ve asliye derecesinde olmak üzere denizcilik ihtisas mahkemeleri kurulur. Anılan mahkemelerin yargı çevresi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir. Bu hüküm birçok yönden hatalı idi. İlk olarak, anılan hüküm bir mahkeme ile ilgili olduğu halde, ticarî davalara ilişkin 4 üncü maddeye eklenmişti. İkincisi, söz konusu mahkemelerin “asliye derecesinde” olacakları belirtilerek, ticaret mahkemesi olduklarının belirtilmesinden kaçınılmış, hatta bilinçli ifadeyle bu mahkemelerin ticaret mahkemesi olmayacakları vurgulanmıştı. Denizcilik ihtisas mahkemesine verilen bu konum 6762 sayılı Kanuna ve Tasarıya aykırıdır. Çünkü, anılan ihtisas mahkemesi, 6762 sayılı Kanunun Dördüncü Kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara, yani 6762 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin, birinci fıkrasının (1) numaralı bendine göre mutlak ticarî davalara bakacaktır. 6762 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, ticarî davaları bir yerde ticaret mahkemesi varsa- ticaret mahkemesi görür. Oysa, yeni düzenleme ile mutlak ticarî davaya ticaret mahkemesinin bakamaması gibi 6762 sayılı Kanuna aykırı bir durum çıkmıştır. 6762 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi ile 5 inci maddesinin ikinci fıkrası hükümleri değiştirilmeden 6762 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrası hükmü korunamaz. Nihayet bu düzenleme, 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 5235 sayılı Kanuna da açıkça aykırıdır. Bu değerlendirmelerle 6762 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının amacına uygun olarak, Tasarı, bir yerde ticaret davalarına bakan birden çok asliye ticaret mahkemesi varsa, bunlardan birinin veya bir kaçının Tasarıdan ve diğer kanunlardan doğan deniz ticaretine ve deniz sigortasına ilişkin hukuk davalarına bakmakla görevlendirileceklerini hükme bağlamıştır. Böyle bir görevlendirme yapılmışsa, o mahkeme veya mahkemeler başka hiçbir ticarî davaya bakmayacak, münhasıran deniz ticareti ve deniz sigortası ile ilgili davaları görecektir. 6762 sayılı Kanunun aksine, “Dördüncü Kitap” yerine “bu Kanundan ve diğer kanunlardan doğan” denilerek söz konusu mahkemenin bakacağı işler alanı amaca uygun olarak genişletilmiştir. Nitekim Limanlar Kanunu, Çevre Kanunu gibi çok sayıda başka kanunda da deniz ticaretine ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır; bu hükümlerden doğan davalara da aynı mahkemelere bakılması mahkemenin gerçek anlamda uzmanlaşmasını sağlayacağı gibi, tek bir olaydan doğan çeşitli uyuşmazlıkların (örneğin çatma, deniz kirliliği, enkaz kaldırma, sigorta) farklı mahkemelerde görülmesi gibi amaca aykırı bir sonucu da önlemiş olacaktır.
Nihayet maddenin üçüncü fıkrasına 11/10/1976 tarihli ve E. 1976/5, K. 1976/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına uygun bir değişiklik yapılarak, hükme “kararın sözle bildirimi veya tebliği tarihinden itibaren on gün içinde açılacak davaya” ibaresi eklenmiştir. Bu ek ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193 üncü maddesinin üçüncü fıkrası hükmüne uyum sağlanmıştır.
KARARLAR
1. ”01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nın 383. maddesinde çekişmesiz yargı işleri ile ilgili olarak aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece sulh hukuk mahkemesinin görevli olacağı öngörülmüştür. Kıymetli evrak iptali davalarının çekişmesiz yargı koluna dahil olduğu kuşkusuzdur. Ancak, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesine göre, Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır. Yine aynı yasanın 5\2 maddesi uyarınca bir yerde ticaret mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin vazifesi içinde bulunan ve TTK’nın 4. maddesinde tanımlanan ticari sayılan davalara ticaret mahkemesinde bakılır. Mahkemenin gerekçesinde belirtildiği gibi HMK 382/2-e bendi gereğince kıymetli evrakın iptaline ilişkin taleplerin çekişmesiz yargı işi olduğu ortada ise de, yukarıda anılan TTK hükümleri gözetildiğinde, HMK’nın 383.maddesinde öngörülenin aksine bir düzenleme bulunduğundan, görev tayininde değer esasının benimsenmediği HMK’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra, bu nitelikteki davalarda sulh hukuk mahkemeleri değil asliye hukuk ve/veya asliye ticaret mahkemeleri görevlidir.” Yargıtay 11. HD, E:2013/639, K:2013/2608, T: 14.02.2013.
2. “Genel kredi sözleşmeleri ticari nitelikte sözleşmelerden olup davanın 6102 sayılı TTK.’ nın 4. maddesi kapsamında kalan ticari dava niteliğinde olduğu ve aynı Kanun’un 5. maddesi hükmü uyarınca asliye ticaret mahkemesinin görevine girdiği gözetilmeden somut olaya uygun düşmeyen gerekçelerle görevsizlik kararı verilmesi doğru görülmemiştir.” Yargıtay 19. HD., E:2015/8489, K:2016/1129, T:29.01.2016.
3. “Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, davacının, davalı… Şirketinde işçi olarak çalıştığı, işçilik alacakları karşılığı kendisine bonoların verildiği, sözkonusu bonoların davalı bankaya tahsil için verildiği sırada kaybedildiği ve banka tarafından kaybedilen senetlerle ilgili iptal davası açıldığı, davanın … Asliye Ticaret Mahkemesi’ nin 2012/275 E. sayılı dosyası ile kabulüne karar verildiği, davacının senedin kaybolması nedeniyle senet iptali davası açtıktan sonra davalı … A.Ş.’ne başvurması gerektiği halde iptal kararı almadan doğrudan takip yaptığı, davalı bankanın ise senet iptali kararı alınarak asıl borçluya başvurulmasına rağmen senedin ödenmemesi halinde sorumluluğunun doğacağı, davacı-alacaklının senet iptal edilmeden senet borçlusuna başvuru hakkı olmadığından, bankaya ise asıl senet borçlusunun aczi ortaya çıkmadan başvuramayacağından davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı ile davalı şirket arasında işçi işveren ilişkisi bulunduğu ve davaya konu edilen bononun da bu ilişki sırasında keşide edildiği taraflar arasında çekişmesiz olduğu gibi, yerel mahkeme kararının gerekçesinde de saptanmış bulunmasına göre, uyuşmazlığın çözümünde İş Hukuku hükümlerinin uygulaması gerektiği ve yargılama görevinin İş Mahkemesinin görev alanına girdiğinin gözetilmeksizin işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm tesisinde isabet görülmemiştir.” Yargıtay 19. HD, E:2014/19190, K:2015/6996, T:12.05.2015.
4. “Davacı, dava konusu bononun davalıya ait işyerinde işe girerken teminat olarak verildiğini iddia etmiş, davacının davalıya ait şirkette çalıştığı dosyadaki delillerden anlaşılmıştır. Bu iddia karşısında uyuşmazlığın işçi – işveren ilişkisinden kaynaklandığı ve iş mahkemesinin görevli olduğu gözetilmeden genel mahkeme sıfatı ile işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” Yargıtay 19. HD., E:2013/19344, K:2014/3628, T:24.02.2014.
5. “Davaya Tüketici Mahkemesinde bakılabilmesi için davanın taraflarından birinin tüketici olması ve uyuşmazlığın 4077 S. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun uygulanmasından doğması gerekmektedir. Somut olayda uyuşmazlık bono nedeniyle borçlu bulunmadığının tespiti istemine ilişkin olup, niteliği itibari ile TTK 4. maddesi uyarınca mutlak ticari davalardandır. Ticari davaların Tüketici Mahkemesinde görülmesi mümkün değildir.Görev, kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemece yargılamanın her safhasında kendiliğinden gözetilmelidir. Bu durumda mahkemece ticari dava niteliğindeki davaya Tüketici Mahkemesi sıfatıyla bakılmayacağı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.” Yargıtay 19. HD., E:2014/2179, K:2014/4686, T:11.03.2014.
6. “İş akdinin devamı sırasında işçinin sadakat borcundan kaynaklanan rekabet etmeme yasağına aykırılık halinde, bu tür davalara bakmakla görevli mahkeme iş mahkemesidir. İş akdinin sona ermesinden sonra rekabet yasağına aykırı hareket edilmesi halinde ise, buna dayalı olarak açılacak dava niteliği itibariyle 818 sayılı BK’nun 348. maddesi kapsamına girmekle ve bu kapsamdaki davalar TTK.nun 4/1-3 maddesinin açık hükmü karşısında tarafların sıfatına bakılmaksızın mutlak ticari davalardan olmakla, bu tür davaların ticaret mahkemesinde incelenip karara bağlanması gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29.02.2012 gün ve 2011/11-781 E., 2012/109 K.) sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.” Yargıtay 9. HD., 2014/32564, K:2016/4064, T:25.02.2016.
7. “Dava, mülkiyet hakkına dayalı el atmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Davacı şirket, davalı Şirketin taşınmazının bir bölümünü haksız olarak kullandığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Mahkemece, davaya Asliye Ticaret Mahkemesinde bakılması gerektiği belirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir.
Bilindiği üzere, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 6335 sayılı Kanun ile değişik 4. maddesinde ticari davalar tanımlanmıştır. Buna göre, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ile maddenin devamı fıkralarında belirtilen davalar ticari dava olarak nitelendirilmiştir. Yine aynı Kanunu’un 5/3. maddesinde “Asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan yasal düzenlemeler karşısında, Asliye Ticaret Mahkemelerinin özel mahkeme niteliğinde bulunduğu, bu niteliği gereği görev alanının 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre belirleneceği ve genel mahkemeler ile arasındaki ilişkinin önceki kanunun aksine görev ilişkisi olduğu açıktır. Asliye Ticaret Mahkemelerinin çekişmeli yargıdaki görev alanının TTK’nda ve diğer özel kanunlarda ticari dava olduğu belirtilen davalarla sınırlı olduğu kuşkusuzdur.
Öte yandan, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanun ile değişik 4. maddesinde ticari davaların; mutlak ticari davalar ve nispi ticari davalar olarak iki gruba ayrıldığı anlaşılmaktadır. Mutlak ticari davalar, tarafların sıfatına veya bir ticari işletme ile ilgili olup olmamasına bakılmaksızın kanun gereği ticari sayılan davalar olup TTK’nun 4/1. maddesinin b, c, d, e, f fıkralarında ve özel kanunlarda düzenlenmiştir. Nispi ticari davalar ise, tarafların tacir sıfatına haiz olduğu ve her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili uyuşmazlıklardan doğan davalardır. Bir başka ifade ile, bu davalar ya bir ticari işletmeyi ilgilendirmeli ya da iki taraf için de ticari sayılan hususlardan doğmaları halinde ticari dava olarak nitelendirilebilirler.
Gerek mutlak ve gerekse nispi ticari davaların Asliye Ticaret Mahkemelerinde görüleceği açıktır.
Yukarıda değinilen hususlar çerçevesinde somut olaya bakıldığında; eldeki davada istenen el atmanın önlenmesi ve ecrimisilin, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) 683. ve 995. maddelerine dayandırıldığı; her ne kadar taraflar tacir olsalar dahi, uyuşmazlığın tarafların ticari işletmesiyle ilgisinin bulunmadığı, esasen dava dilekçesinde de bu yönde bir iddiaya yer verilmediği, davanın bu özelliği itibariyle mutlak ve nispi ticari dava olarak nitelendirilemeyeceği ve TTK hükümlerinin veya özel kanun hükümlerinin uygulanmasını gerektirir ticari bir uyuşmazlıktan söz edilemeyeceği, uyuşmazlığın çözümünün genel mahkemelerin görev kapsamında kaldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Aksi uygulama, Asliye Ticaret Mahkemelerinin kuruluş amacına ve niteliğine aykırı düşecektir.
Hâl böyle olunca; işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, görevsizlik kararı verilmesi doğru değildir.” Yargıtay 1. HD., E:2016/3248, T:2016/3118, T:15.03.2016.
8. “…eldeki davanın 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunun (TMK) Eşya Hukuku başlıklı 4. kitabında düzenlenmiş gayrimenkul mülkiyetine ilişkin 683. maddesine dayalı mülkiyet hakkının korunmasına yönelik dava olduğu, uyuşmazlığın tarafların ticari işletmesiyle ilgisinin olmadığı, davanın bu özelliği itibariyle mutlak ve nispi ticari dava olarak nitelendirilemeyeceği, Asliye Ticaret Mahkemelerinin uzmanlık gerektiren ticari davalara bakmakla görevli özel nitelikli mahkemeler olduğu, eldeki davada ise uyuşmazlığın TMK’nun 683. ve devamı maddeler uygulanmak suretiyle çözüme kavuşturulacağı, taraflar arasında Türk Ticaret Kanunu hükümleri veya özel kanun hükümlerinin uygulanmasını gerektirir ticari bir uyuşmazlık bulunmadığı hususları bir bütün halinde değerlendirildiğinde davada genel mahkemelerin görevli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Aksi düşünce, Asliye Ticaret Mahkemelerinin kuruluş amacına ve niteliğine aykırı olacaktır.” Yargıtay 1. HD., E:2016/1741, T:2016/2571, T:03.03.2016.
9. “Somut olayda, dava konusu uyuşmazlığın, davacı şirketin işyerinde kullanıldığı iddia olunan kaçak elektrik nedeniyle yapılan tahakkuka ilişkin olduğu her iki tarafın da tacir olduğu ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili bulunduğu anlaşıldığından, uyuşmazlığın çözümü asliye ticaret mahkemelerinin görevi içerisindedir.” Yargıtay 3. HD., E:2016/5612, K:2016/9900, T:23.06.2016.
10. “Somut olayda; dava konusu uyuşmazlığın, davalı şirketin işyerinde kullanılan kaçak atık su bedelinden kaynaklandığı, her iki tarafın da tacir olduğu ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili bulunduğu anlaşıldığından; uyuşmazlığın çözümü asliye ticaret mahkemelerinin görevi içerisindedir.” Yargıtay 3. HD., E:2015/13828, K:2016/8674, T:01.06.2016.
İİK 154/3: ”Borçlu ile alacaklı yetkili icra dairesini yazılı anlaşma ile tayin etmişlerse, o yerin icra dairesi dahi iflas takibi için yetkili sayılır. Şu kadar ki, iflas davaları için yetki sözleşmesi yapılamaz ve iflas davası mutlaka borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yer ticaret mahkemesinde açılır.”